Vücut Dili

Şubat 2, 2009

Vücut Dili

Açılma süreci

İnsanlar bir grupta kendilerini rahat hissetmeye ve gruptaki insanları tanımaya başladıkça bacak ve kolları kavuşturulmuş konumdan rahat açık konuma doğru bir dizi yazılı olmayan hareket kodundan geçerler. Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada ve Amerika da yaşayan kişiler üzerinde yapılan çalışmalar bu ülkelerdeki ayakta açılma süreçlerinin aynı olduğunu göstermiştir.

*

1. Aşama:
Savunmada, kol ve bacaklar kavuşturulmuş

*

2. Aşama:
Bacaklar açık ve ayaklar yan yana nötr konumda.

*

3. Aşama:
Kol kavuşturmada üstte olan kol açılır ve konuşurken avuç anlık olarak görünür ve geri kavuşturulmuş konuma dönmez. Diğer kolun dış tarafını tutar.

*

4. Aşama:
Kollar açılır ve bir kol hareketlenir veya kalça üzerine ya da cebe konabilir.

*

5. Aşama:
Birisi tek bacak üzerinde arkaya yaslanırken diğer ayağını grupta en ilginç bulduğu kişiyi gösterecek şekilde ileri uzatır. Alkol bu süreci hızlandırabilir veya bazı aşamaları ortadan kaldırabilir.

Kadın Ve Erkek Cinselliği

Şubat 2, 2009

Kadın Ve Erkek Cinselliği
İnsanların bağımsız birer eyleyen olmayıp, yönlendirilebilir olmalarını sağlayan araçlardan bir tanesi cinsel eylemin sınırlarının çizilmesidir. Erkek ve kadın için ayrı ayrı tanımlanmış cinsel rol ve davranışlar, erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğini sürdürecek/yeniden üretecek şekilde kurumlaşmıştır. Bu kurumlaşmada kadın cinselliği, erkeğin talebine yanıt verecek şekilde tanımlanmıştır. Bireyin kendi başına değil de, kendisinde varolan ve bir gereksinimi karşılayan şeylerden ötürü toplumsal olabildiği bugünkü durumda, kadın kendisini ortaya koyarak değil (kendisi olabilme şansı, aynı zamanda bu nedenden de hiç olmadığından) kendinde olanı, bedenini ortaya koyarak toplumsallaşabilir. Kadın, tanımlanmış normlara göre “güzel” olduğu ölçüde ya da anneliği aracılığıyla toplumsallaşabilmekte. Bunun dışında kalan, kadınların cinsiyetleri bile tartışma konusu olmaktadır.

Kadın ve erkek cinselliğinin farklı tanımlanışı, cinsel rollerin, dolayısıyla toplumsal konumlanışın da farklı olması anlamına geliyor. Cinsel davranışın tanımlanmış olan biçimlerindeki en küçük farklılaşmanın bile küfürlerin ve alayların konusu olması (kaldı ki kadın bedeni herşeyiyle küfür malzemesi) vurgunun cinsel eylemin kendisinden çok, dışlama aracılığıyla dayatılan bir toplumsal kurumlanışın reddedilişine olduğunu gösteriyor.

Cinsel eylemin sınırlanışının, eylemin kendisiyle değil de toplumsal kurumlanışla belirlendiğinin çarpıcı örneklerini yine Antik Yunan ve Roma’da bulmak olası: kurulabilecek cinsel ilişkiyi belirleyen şey tarafların köle ya da yurttaş, kadın ya da erkek, yetişkin ya da çocuk olmalarıdır. Burada anahtar sözcükler “aktiflik” ve “pasiflik”tir. Yurttaş yetişkin erkek aktif olmalıdır; onun pasifliği hiçbir şekilde hoş görülemez. Hele de aktif lezbiyenlik yapan kadın aşağılıktır, öyle ya yetişkin yurttaş erkeğin rolüne soyunmuştur. Ancak, yetişkin, yurttaş ve aktif erkeğin de tanıması gereken bazı erkler vardı: karısı, köleleri ve metresiyle ilişkiye girebilir fakat hayvanlarla, tanrılarla ve ölülerle giremezdi. Yine de bir kölenin efendisinin içine girmesi hoş karşılanmazdı. (“becermenin” iktidarı ve küfürlerdeki yansısı burada gelişmeye başlamış olsa gerek)

Bir diğer önemli gösterge de, Atina yasalarında, bir oğlana ya da kıza tecavüz edenler için konan cezaların aynı olması, tazminatın toplumsal konuma göre değişmesidir.

80’lerde Türkiye’de kadın hareketi, kendisini ifadelendirmeye çalıştığında, sosyalistlerin de içinde olduğu geniş bir kesim tarafından, cinsel eylemin genel eylemden aşağı görülerek ayrıklaştırılmış olmasından yararlanarak “bunlar cinsel özgürlük istiyorlar” diye saldırıya uğramıştı. Erkeğin cinsel rolüne yönelik tehditin motive ettiği bu saldırıların gerçeğinin farkına varılmadığından “hayır…” diye başlayan bir dizi savunmayla ne kadar “masumane” istekler dile getirildiği anlatılmaya çalışılmıştı. Öyle ya, kadınların bildikleri (yaşadıkları değil) aslında sadece gördükleri cinsel davranış erkeğinkiydi. Bu cinsel davranışın özgürcesi de her önüne gelenle yatağa girmek olabilirdi! Böyle bir kavrayışın, biraz daha derinleşerek, cinsel eylemin tene, aslında tene de değil cinsel organlara indirgenmesine dayadığı görülebilir. Kadın vajinası, bunun sonucunda, erkek için olduğu kadar, kadın için de saplantı durumuna geldi. Tecavüze uğrayan kadınlar için fiziksel acıdan çok, kişiliklerinin tümden yok edildiği duygusu ağırlıktadır. Ama, fiziksel farklılıkları bir yana, erkeğin laf atmasıyla, tecavüz etmesi arasında bir fark yok. Başka birçok durumda olduğu gibi, bu iki durumda da kadınların onuru çiğneniyor, varlıkları yok sayılıyor.

Cinsel Özgürlük

Şubat 2, 2009

Cinsel Özgürlük
Cinsel konular toplumumuzda, nedense, hep tabudur. Cinsellik konusunda pek konuşulmaz. İrdelemeler yapılmaz. Herkes bir şeyleri, üstünkörü de olsa, bilir, ama konuşmaz ve tabii ki gönül rahatlığıyla yaşayamaz. Bunun nedeni, cinselliğin tabu olmasına karşın, konu bireysel düzeye indirgendiğinde, özel yaşam temelinde düşünüldüğünde, gerçekte ‘özel’ ve ‘bireysel’in olmaması ve konunun adeta ‘kamu’nun ortak malı olarak görülmesinin sonucu da herkesin herkese, bu konuda konuşma hakkını kendinde görmesidir.

Cinsellik ve cinsel yaşam kişiye özeldir ve kişilerin bunu gönül rahatlığıyla yaşayabilmeleri gerekir. Özel yaşam, karışılamaz bir özel alandır. Cinsel özgürlüğün ve cinsel yaşamın da bu alanda önemli bir yeri vardır. Cinsel özgürlük dediğimizde, kadınlar açısından düşünürsek, bekaret baskısı, birlikte yaşama, eşcinsellik (homoseksüellik) ve biseksüelliğe karşı önyargı ve baskılar, flörte karşı çıkılması gibi konular, hemen aklımıza gelebilecek, önemli konular.

Bekaret baskısıyla biz kadınlar çok fazla sınırlanır ve hatta bazen de deyim yerindeyse, boğuluruz. Yukarıda saydığımız toplumdaki tabulardan biridir bekaret. ‘Bekaret’ yüzünden dağılan yuvalar, işlenen namus cinayetleri, kavgaları toplumumuzda sık rastlanır olaylardır. Ailenin namusu, ailedeki kadınların omuzlarına yüklenmiştir. Buna ihanet ederse, cezası dayaktan başlayıp, ölüme kadar varabilir. Toplum da böyle kadınlara ‘kötü’ gözüyle bakar ve damgalar. Bu kadın, onların gözünde artık ‘potansiyel’ bir ‘fahişe’dir.

Sevindiricidir ki, bu önyargılı çarpık tutum, toplumun özellikle eğitim ve bilinç düzeyi yüksek kesimlerinde değişmeye ve yok olmaya başlamıştır. Bu da yerindedir. Çünkü, gelişmeyle birlikte, kişilerin özel yaşam haklarına duyulan ve gösterilen saygının da artması beklenen bir durumdur.

Her ne kadar özel yaşam, kişisel ve cinsel olsa da, flört ve birlikte yaşama, toplumda tam anlamıyla kabul görmemiş durumlardır. Bireylerin, istedikleri kişilerle, istedikleri gibi yaşama istek ve haklarına saygı duyulmaz. Oysa bireyler, başkalarının haklarını çiğnememek koşuluyla, özgürlüklerini sonuna kadar kullanma hakkına sahiptirler. Birlikte yaşamanın ‘zina’ olarak kabul edildiğini hemen hepimiz biliriz. Ceza yasası taraflardan birinin evli olması durumunda eylemi suç olarak nitelendirmiştir. Bu nedenden dolayı da, böyle bir ithamla yakalanan kadın ve erkek cezayı hak ederler… Ancak, her zaman olduğu gibi, yine kadının cezası daha fazladır. Kadının zina suçunu işlemiş sayılması için, bir evde/yerde söz konusu erkekle tek başına, ‘uygunsuzluk’ koşulu aranmaksızın bulunmuş olması yeterli görülürken, erkeğin söz konusu kadınla, ayrı bir ev tutarak birlikte yaşamış olmasının ispatlanması halinde bu zina nedeni olmaktadır. Biz kadınlar yasalardaki bu haksız durumun dışında, bir de toplumun damgalaması ile çifte ceza görürüz. Erkekler ise, toplumun değerlerine göre, yine ‘elinin kınasını yakmıştır’. Bu durumdan gurur bile duyabilir.

Bu konuda yasalara bakışımız, varolan haksız düzenlemelerin iyileştirilmesi yönünde istemde bulunmak şeklinde söz konusudur. Ülkemiz nüfusunun yarısını oluşturan biz kadınlar, eğer gerçekten istersek, yasalardaki eksiklik ve haksızlıkların giderilmesini sağlayabiliriz…

Bu başlık altında ele alacağımız bir diğer konu da cinsel tercihler konusunda toplumda varolan önyargı ve baskılardır. Bu başlık altında eşcinsellik dediğimiz homoseksüellik ve her iki cinsle de beraber olan için kullandığımız biseksüellik yer alıyor.

Eşcinsellik dendiğinde, bazı çevrelerden gelen tepkiler, bunun sapıklık, hastalık, anormallik, doyumsuzluk olduğu yönündedir. Oysa, kişinin kendi cinsinden biriyle beraber olmak istemesi, tamamen, o kişinin cinsel seçimidir. Ayrıca, son yıllarda eşcinsellik konusunda yapılan araştırmalar sonucunda, cinssel seçimler konusunda, genlerden kaynaklanan etkilerin varlığı da savunulmaktadır. Eşcinselliği, ister fiziksel nedenlerden kaynaklansın, isterse kişinin özgür irade ve duyguları etkilesin, sonuçta birey, ne istediği ve bunu nasıl yaşamak istediğine kendi karar verecektir. Heteroseksüellik (bireyin tercihini karşı cinsten yana kullanması) sanıldığı gibi ‘normal’ değil, yalnızca ‘sık görülen’ bir cinsel tercihtir. Eşcinselliğin yanı sıra, biseksüellik (bireyin tercih yapmadan her iki cinsle de birlikte olması) de kişinin cinsellik yönünde bir seçimidir. Bu kişiler seçimlerini her iki cinsle de birlikte olma yönünde yapmışlardır.

Eşcinsellik ve biseksüellik konularında karşılaşılan sorunlarda başvurulabilecek herhangi bir koruyucu yasa bulunmamaktadır. Ancak, bu konularda başvurabileceğimiz kadın hakları, insan hakları ve demokrasi ile ilgili çalışmalar yapan kuruluşlar bu konuda bize yardımcı olabilecek kuruluşlardır. Örnek olarak, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Vakfı vb.

Cinsellik Ve Gen

Şubat 2, 2009

Cinsellik Ve Gen

İlk bakışta aralarında bağlantı kurulamayan ve iki ayrı kelime gibi görünen bu kavramların, son araştırmalarda elde edilen bulgulara göre, birbirini tamamlayan, yaşam sisteminin açıklanmasında önemli veriler olduğu anlaşılmıştır.

Tarih boyu cinsellik ile ilgili pek çok anekdot okumuşsunuzdur. Bunlardan özellikle kişisel olanları, belleklerde yoğunlaşmıştır. Toplumsal değerlerin başında gelen cinsellik hakkındaki değer yargıları, bireylerde ve uluslarda şartlanmalar istikametinde ve astrolojik etkilerle olgunlaşmaktadır. Bir bakıma, Doğu ve Batı Kültürleri arasındaki fark da bu şekilde belirginleşmiştir.

Yeryüzünde ilk insanın, ortaya çıkışından beri varolan, ilk çağlardan itibaren zikredilen, “temel içgüdü”lerden biri kabul edilen cinselliğin, acaba ‘gen’lerle ne gibi bağlantısı olabilir?

Kadın ve erkek arasındaki en yakın ve paylaşımcı eylem olan cinsel ilişki sırasında aktarılan erkek spermi ile, kadın yumurtası arasındaki ‘bir’leşme, sadece basit bir üreme fonksiyonu olarak nitelendirilebilir mi?

Bu nokta, filozofların ve bilim adamlarının dikkatini çekmiş, kendini tanıma, yaşam sistemini anlama konusunda çalışmalarda bulunanlar, zaman içinde fikirlerini açıklamışlardır.

Eflatun “Sempozyum” adlı eserinde “Neden cinsellik vardır?” sorusuna, Aristophones’in meşhur konuşmasındaki öneriyle yanıt vermiş ve konuyu “bir tamirat/yenileme” şeklinde ele almıştır.

Eflatun’un çözümü; daha sonraki çağlarda, cinsel içgüdüleri, yaşamı koruma ve yaşama isteklerini içerdiği gerekçesiyle, Freud tarafından da benimsenmiştir. Aynı soruya cevap arayan pek çok düşünür, sonunda kendini biyolojik evrim ilmi içinde bulmuştur. Bu ilim, yaşayan dünyanın, dört milyar yıl önceki mütevazı başlangıcından şimdiki haline, ne şekilde ve niçin geldiğini incelemektedir.

Charles Darwin, “The. Origin of Species” isimli meşhur eserinde, cinsellikten ve onun değişimlerdeki rolünden bahsetmiştir. Darwin’e göre, bir “tabiat kanunu” olarak, yaşamın devamı için eşleşme gereklidir.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Alman Biyolog August Weismann, ölümlü ve ölümsüzü biyolojik terminoloji ile açıklayarak cinsellikle evrimi ilişkilendirmiştir. Weismann’a göre cinsellik, evrimi hızlandıran bir faktördür; çünkü tabiatın seçmesi için içeriği sürekli değişen bir depo sunmaktadır.

Ama, esas önemli açıklama ve bağlantılar, yaklaşık elli sene önce keşfedilen DNA ve genetik ilmi sayesinde olmuştur. Varlığın bu boyuttaki, ifade edilen en küçük şekil birimi olan ve hücrenin temelini oluşturan DNA= DeoksiriboNükleikAsit, içinde canlı ile ilgili tüm bilgilerin bulunduğu, aynı bilgiyi içeren ama, pozitif ve negatif gibi birbirini tamamlayan iki ayrı polinukleotid zincirinden oluşmuştur. Bunlardaki (nükleotid) bilgi, bir canlı oluşturmak üzere, hem depolanıp hem de transfer edilmek için hazırlanmıştır.

DNA molekülünde belli yapı taşlarını üretmek için gereken genetik şifreyi taşıyan “gen” adlı bir bölge vardır. Bu bölge, o organizma ile ilgili her bir özelliği tek tek belirleyen konfigürasyonlara (yapı şekli) sahiptir.

Genler, bir organizmanın karakteristiklerini belirleyen talimatlarla yüklüdür. Bunlar için gereken sistem ise, çevre tarafından sağlanır.

Organizmaların oluşması için genlerin aktarımı, üreme fonksiyonu ile gerçekleşir. Üreme, insanda, kadında yumurta, erkekte sperm üretimi ile başlar. Yarısı anneden, yarısı babadan gelen DNA molekülleri, yumurta ve sperm içinde paketlenerek saklanır, böylece daha sonraki kuşaklara aktarılır. Aktarma işlemi, görüldüğü gibi, cinselliğin bir sonucu olarak gerçekleşir.

Cinsel ilişki yoluyla, iki ayrı cinsten gelen DNA molekülleri kırılır ve tekrar yeni bir şekilde birleşir. Kadın ile erkekten gelen, hata yüklü de olabilen DNA’lar bir bütün teşkil eder, cinsel ilişki evresinden sonra yeniden gençlik kazanırlar.

DNA’larda meydana gelen bozuklukların düzeltilmesinde cinsellik çok önemli yer tutar; çünkü hatalı DNA oluşumuna yol açan mutasyonları kısıtlar. Bu kısıtlama işlemi, hatalı kodun, kadınla erkeğin birleşmesi sırasında, tamir enzimlerince uzaklaştırılması ile gerçekleşir.

Yaklaşık dört milyar yıl önce başlayan insan neslinin sağlıklı bir şekilde devamı, her türlü değişikliğe rağmen, cinsellik sayesinde olmuş, anne ve babadan aktarılan genetik veriler harmanlanıp onların sahip olduğu özelliklerin dışındaki bilgilerin de yeni kuşaklarda ortaya çıkmasına zemin hazırlanmıştır.

Kısaca belirtmek gerekirse, cinsellik; varlık ile ilgili tüm bilgileri içeren genleri tamir eden, mutasyonları, bozulmaları kontrol altında tutarak, onları (genleri) sağlıklı tutan çok gelişmiş bir sistemdir. Böylece o tür, her türlü mikro ve makro değişime rağmen, yaşamını devam ettirir, ortak özellikler havuzundan her an yeni oluşumlarla kendini tamir etmeye devam eder.

Geçtiğimiz günlerde, basında yer alan bir habere göre, kiotech firması tarafından üretilen ve İngiltere’de satışa çıkarılan Xcite adlı ıslak mendilin kokusu, sürenin cazibesini artırmaktadır. Kadın ve erkekler için iki farklı türde üretilen bu mendiller, insanlara cinsellik sinyali göndermek ve karşı cinsi kendine çekmek için salgıladığı `feromon’ adlı kimyasal maddeyi içeriyor. Aslında bir hormon olan feromon (Pheromone), erkekte ter ve idrarda, kadında ise vajinal salgılarda,koltuk altı teri,tükürük ve çapakta bulunuyor. Feromon baskısını ister istemez hissediyor ve cinsel yönden uyarılıyoruz.

Mistizm’de cinsellik hareketlerine “kader” kavramı ile değinmede, cinsellik arz eden konumu üstü kapalı şekilde, “Gen”lere bağlamaktadır.

Sanal Sex

Şubat 2, 2009

Sanal Sex

Gelişen iletişim teknolojileri insanların iletişim kurmaları için farklı alternatifleri de onlara sunmaya devam ediyor. Bunu her alanda faydalı görüldüğü muhakkak. İnsanlar kendilerinden kilometrelerce uzaktaki bir başkasıyla iletişimi girebilmekte ve hatta hiç tanımadığı bu insanla sevinçlerini sıkıntılarını ve hatta projelerini paylaşılabilmekte. Bunu ne mahsuru var diyebilirsiniz. Evet bu masum durum aslında zararsız ancak iletişimin içine cinsellik boyutu girince hem sosyal hem de psikolojik sorunlar yaşanmaya başlıyor.

Karşınızdaki insanı görmediğinizden onu Afrodit gibi de hayal edebilirsiniz. Mastürbasyon ve diğer fantezilerinizle doyuma ulaşabilirsiniz. Bu durum sanal ortamda olduğu içinde buna sanal seks dedim. Ancak bunu deneyip sonra cinsel yaşamında aynı hazzı alamayan kişilerde sertleşme uyarılma ve orgazm sorunu yaşanabilir ve sonrasında da tedavilerinin de oldukça uzadığı konusunda psikiyatristlerin görüşleri vardır

Sanal sekste aldatma sayılır mı? Bu tartışılan bir şey ama sanal yapılan şeylerin bir kısmı da bir süre sonra gerçek yaşama taşındığından sorun çıkabilmekte ve eşler arasında geçimsizlikler çıkabilmektedir. Sadece mesajlaşmaların yakalanması ile eşler arasında ortaya çıkan sorunların da evlilik sorunları olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz.

Bu konuda henüz ciddi bir çalışma yok ancak sorunlar arttıkça bu konuda sıkıntılar yaşanmaktadır. Yapılacak çalışmalarla da sorunun çözülebileceğini umuyorum.Doğal yaşamdan kopmaya başladığımız son yıllarda eğer sekste sanal olacaksa vah halimize. Bence siz denemeyin.

Garip Sex Yasaları

Şubat 2, 2009

Garip Sex Yasaları

Robert Wayne adlı bilim adamı, dünya üzerindeki yasaları araştırırken ilginç seks yasaları ile karşılaştı ve bunları bir kitapta topladı. İşte “Dünyanın En Garip Seks Yasaları” adlı kitaptan bazı yasalar…

Tasmanya ve Avustralya’nın Gipssland bölgesinde yeni evli çiftler, gerdeğe ilk olarak, evlilik töreninin ortasında yere serdikleri bir hasır üzerinde ve bütün konukların gözleri önünde giriyorlar.

Norveç’te plaj görevlileri, çıplak güneşlenen kadınları siyah plastik torbalarla poşetleyerek plajdan çıkartıyorlar.

Arizona-Cottonwood yasalarına göre; çiftlerin, “patlak lastikli” otomobil içinde sevişmeleri yasaktır.

Columbia-Cali yasalarına göre, gelinin annesi, gerdeğe giren çiftlere yatağın bir kenarında oturarak tanıklık etmektedir.

Hindistan’daki yasa, sıradan ev işlerini yapan kadınlara, evdeki evlenmemiş genç delikanlıların cinsel gereksinimlerini giderme görevini de vermektedir.

Tayvan yasalarına göre, damadın akraba ya da arkadaşlarından biri, yeni gelinin bekaretini alarak damadı, bu sıkıcı ve istenmeyen görevden kurtarır.

Litvanya yasaları, erkek eşiyle sevişmek istediğinde kaynanasının evde bulunmasını yasaklamaktadır.

Güney Afrika-Johannesburg’da bir kadın, her sevişme için eşinden para isteğinde bulunabilmektedir.

İngiltere-Liverpool’da çocukların seyretmekte oldukları bir vitrinde, mağaza görevlileri kadın mankenin üzerindekileri çıkaramamakta ya da kadın mankeni giydirememektedir.

Dünyadaki diğer garip seks yasaları;

Lübnan’da erkeklerin hayvanlarla seks yapmalarına izin verilmiştir, fakat hayvanlar mutlaka dişi olmalıdır. Erkek bir hayvanla cinsel ilişkide bulunmanın cezası ölümdür.

Bahreyn’de erkek bir doktor, bir kadının jenital organlarını muayene edebilir ama muayene sırasında jenital organlara direkt olarak bakması yasaklanmıştır. Sadece bir ayna yardımı ile muayene etmesine izin verilir.

Müslümanların herhangi bir ölünün cinsel organlarına bakmaları yasaktır. Bu kural ölüyü yıkayanlar için de geçerli olduğundan cinsel organların üzerine tahta parçası ya da tuğla konur.

Endonezya’da mastürbasyonun cezası başın kesilmesidir (??)

Guam’da erkekler için değişik bir meslek vardır. Bu mesleği yapan erkekler şehir şehir gezerek bakire kızlarla para karşılığı ilişkiye girer ve bekaretlerini bozarlar. Bunun nedeni ise, Guam yasalarına göre bakirelerin evlenmesinin kesinlikle yasaklanmış olmasıdır.

Hong Kong da aldatılan kadının kocasını öldürmesine yasalar tarafından izin verilmiştir, fakat bunu herhangi bir alet kullanmadan, elleriyle yapması gerekmektedir. Bunun yanında kocasının sevgilisini ise, istediği şekilde ve istediği aleti kullanarak öldürme hakkına sahiptir.

İngiltere’de Liverpool’da sadece tropik balık mağazalarında üstsüz satıcı kadınların bulunabilmesine izin veren bir yasa vardır.

Kolombiya Cali’de genç kızlar evlenip kocaları ile ilk kez cinsel ilişkide bulunurlarken olay kızın annesi tarafından izlenir. Anne olaya şahitlik etmek mecburiyetindedir.

Bolivya Santa Cruz’da erkeklerin bir kadın ve onun annesi ile aynı anda seks yapmaları yasaktır. (Acaba ne gibi bir problem yaşandı da bu yasayı çıkarttılar merak ettim doğrusu)

Bir istisna dışında, Maryland’de para atılarak ürün alınan makinelerde prezervatif satılması yasaktır. İstisna ise: Alkol satılan yerlerdir. Buralarda otomatik makinelerde prezervatif satışı serbesttir.

Menapoz

Şubat 2, 2009

Menapoz

Kadın hayatının ortalama olarak üçte biri menopoz döneminde geçer. Menopoza girme yaşı tüm dünyada ve antik çağlardan beri fazla değişme göstermemiştir ve ortalama 45-55 civarındadır. 40 yaştan önce menopoza girmek, “erken menopoz ” olarak tanımlanmaktadır. Menopoz genellikle hayatın doğal bir aşaması olarak kabul edilmektedir. Gerçekten de menopoz, kadın hayatının yumurtlama fonksiyonlarının sonlandıktan sonraki doğal bir aşamasıdır. Ancak menopozda oluşan bazı değişiklikler kadının hayatını derinden ve öylesine olumsuz etkiler ki bu durum pek çok hastalıkların ortaya çıkmasına ve kadının yaşam kalitesinin azalmasına neden olur. Bu gün menopoz olumsuz etkileri önlenmeye ve tedavi edilmeye çalışılan bir hastalık gibi kabul edilmektedir. Menopozun kadın hayatının doğal bir parçası olması nedeniyle hiç bir şey yapmadan izlenmesi artık eskilerde kalmıştır. Özellikle kadın yumurtalık hormonlarının laboratuar koşullarında üretilip kullanılmaya başlanmasıyla bu kavram daha da ön plana çıkmıştır. menopozda azalan yumurtalık hormonlarının yerine konmasıyla menopoza ait tüm olumsuz değişiklikler ve hastalıklar kolaylıkla önlenebilmekte veya en aza indirgenebilmektedir.

Menopozdaki temel değişiklik kadınlık hormonu olan östrojenin yumurtlamanın durması sonucu azalmasıdır. Böylece kadında,

*

Ateş basma, terleme, çarpıntı, uykusuzluk, sinirlilik, (ruhsal çöküntü) depresyon, unutkanlık, halsizlik, çabuk sinirlenme
*

Bazen cinsel istekte (libido) azalma
*

Kemik erimesi (Osteoproz)
*

Damar sertliği (ateroskleroz) gelişme eğilimi
*

Cinsel organlarda çekilme (atrofi), kuruluk, ağrılı ilişki
*

İdrar kaçırmaya kadar varan idrar yollarında atrofi

ortaya çıkmaktadır.

Kadınlar bir sabah uyandıklarında kendilerini menopoza girmiş olarak bulmazlar. Menopoz 20 yıl süren değişikliklerin tam ortasındaki dönemdir. 40 yaşından sonra kadınlarda önce yumurtlamanın azalmasına bağlı olarak düzensiz adet kanamaları, aralıklı ateş basma ve terlemeler, psikolojik değişiklikler ortaya çıkmaya başlar. Daha sonra yakınmalar giderek artar ve adet tamamen kesilir. Bu dönemde 1 yıl adet kanamalarının olmaması menopoz tanısı için yeterlidir. 6 aydan daha fazla adet gecikmeleri araştırılıp kandaki östrojen ve yumurtlamayı uyaran hormon (FSH) seviyeleri ölçülerek kesin tanı konulur. Ancak adet düzensizlikleri veya düzensiz kanamalar menopoza giriyorum düşüncesiyle normal karşılanmamalı; hasta doktoruna başvurarak bu değişikliklerin gebelik ve kadın cinsel organlarının kanserlerinde de görülebileceği göz önünde tutularak bu hastalıklar dikkatle araştırılmalıdır.

İlk Gece

Şubat 2, 2009

İlk Gece

Aslında konunun anlaşılabilirliği açısından “İlk gece” deyimi yerine “ilk cinsel ilişki” deyimini kullanmak daha doğru olacak. Zira, bu konuda elimizde gerçekçi istatistikler bulunmamasına karşın, kadınlarımızın belli bir yüzdesi, evlenmeden önceki bir dönemde ilk cinsel deneyimlerini yaşamaktadırlar.

Bir kadın için ilk cinsel ilişki deneyimi oldukça önemlidir. Cinsel ilişkiyle ilgili problemler yaşayan çiftlerin tıbbi değerlendirilmelerinde, özellikle kadının uyarılamama, çok geç uyarılma, anorgazmi (orgazm olamama), ya da çok geç orgazm olma gibi sorunlar yaşadığı durumlarda özgeçmişte sıklıkla travmatik bir ilk cinsel ilişki deneyimi bulunmaktadır. Bunda şaşılacak bir şey yok, zira kadın açısından bakıldığında ilk deneyim, anatomik bir bariyer olan kızlık zarının aşılması nedeniyle kanama ve beraberinde çoğu durumda az da olsa ağrının yaşandığı bir durumdur. Hazırlıksız ve uygun olmayan koşullarda ve özellikle de bu konudaki sorumluluğunu ihmal eden bir erkek ile beraber yaşanan ilk deneyimin kalıcı psikolojik etkiler yaratması imkan dahilindedir.

Vajinal Enfeksiyonlar

Şubat 2, 2009

Vajinal Enfeksiyonlar
Kadınların yaklaşık %75’i hayatlarında en az bir kez, önemli bir kısmı ise senede iki veya daha fazla vajinal mantar enfeksiyonu atağı geçirirler. Gebelik, doğum kontrol hapı kullanımı, uzun süren antibiyotik kullanımı ve tedavi edilmemiş şeker hastalığı mantar enfeksiyonunu kolaylaştıran etkenlerdir.

Candida Albicans veya Torulopsis Glabrata adı verilen iki mantar türünün neden olduğu bu vajinit türünün en sık görülen bulgusu vulva ve vajinada yoğun kaşıntıyla birlikte peynir kesiği şeklinde, beyaz renkli, kokusuz akıntıdır. Bazen akıntı çok yoğun olabilir. Dış genital bölgede enfeksiyonun kendisine ve kaşıntıya bağlı olarak kızarıklık ve ödem oluşmuş olabilir. Bazı durumlarda kaşınmanın yarattığı tahriş idrar yaparken yanmaya neden olabilir. İleri durumlarda vajinal mantar enfeksiyonları ilişki esnasında ağrıya da neden olabilmektedirler.

Bu şikayetlerle başvuran bir kadında tanı koymak kolaydır. Gerektiği durumlarda vajinal salgı örneklerinde mantarı görmek veya kültürde mantarı üretmek gerekebilir.

Bazı durumlarda hiçbir şikayeti olmayan bir kadının genel jinekolojik muayenesinde veya alınan papsmear örneğinde mantar saptanabilmektedir. Böyle bir durumda doktorların bir kısmı mutlak tedavi önermekte, bir kısmı ise şikayet yaratmayan mantarlara ilaçla müdahale etmenin gerekli olmadığı görüşünü taşımaktadırlar. Hangi yaklaşımın doğru olduğu net olarak bilinmemekle birlikte mantarların vajinada hiçbir belirti yaratmadan yıllarca yaşayabildiği bilinmektedir. Dahası, şikayet yaratmayan bu mantar hücrelerini genital sistemden atmaya çalışmak kadını sonraki yaşamında mantar enfeksiyonundan muaf tutmamaktadır. Mantar enfeksiyonu cinsel yolla bulaşan bir hastalık olarak kabul edilmez.

Mantar enfeksiyonunun tedavisinde günümüzde çok sayıda ilaç seçeneği bulunmaktadır. Hafif enfeksiyonlarda vajinaya fitil uygulaması, vulvaya krem uygulaması şeklinde tedavi önerilmekte, daha ağır enfeksiyonlarda veya fitil kullanamayanlarda ise tek dozlu ilaçlarla tedavi çoğu durumda başarılı olmaktadır.

Tekrarlayıcı enfeksiyon durumunda öncelikle mantar enfeksiyonunu kolaylaştıran etkenler göz önünde bulundurulmakta ve tek doz tedavi yerine uzun süreli tedaviler tercih edilmektedir.

Mantar enfeksiyonu geçiren kadınlarda eş tedavisinin gerekli olup olmadığı tartışmalı olmakla birlikte, mantar enfeksiyonunun esasen kadın genital sisteminin bölgesel bağışıklığının geçici olarak azalmasına bağlanılarak oluştuğu gerçeği göz önünde bulundurularak bu tedavinin gereksiz olduğu düşünülmektedir. Bu konuda doktorların yaklaşımları farklı olabilir.

Tedaviye cevap en erken 2. günde alınabildiğinden şiddetli kaşıntı nedeniyle günlük yaşamı olumsuz etkilenmiş kadınlarda bölgesel kaşınma belirtisini ortadan kaldırmak için ek ilaçlar kullanmak gerekebilir.

“Kronik mantar enfeksiyonları”

Bazı kadınlarda alt genital bölgede inatçı kaşıntılar meydana gelmiş ve bu kaşıntılar defalarca mantar enfeksiyonu tanısıyla tedavi edilmeye çalışılmış olabilir. Kronik mantar enfeksiyonu gerçekte çok ender görülen bir durumdur. İleri incelemelerde bu kadınların çoğunda dış genital bölgede gerçekte bir allerjik reaksiyon veya ciltte enfeksiyona bağlı olmayan bir dermatit durumu söz konusudur. Böyle bir durumda mantar ilaçlarıyla belirtilerin geçirilmesi mümkün olamamaktadır.

Trikomonas enfeksiyonu

Trichomonas Vaginalis kuyruklarıyla hareket eden ve vajinal ortamda kolaylıkla üreyerek vajinit yapabilen bu mikroskopik parazitin cinsel yolla bulaştığı düşünülmektedir. Henüz yeterince kanıtlanmamış olmasına karşın ortak kullanılan tuvaletlerden, havlulardan ve iç çamaşırlardan, havuzdan da bulaştığı düşünülmektedir.

Trikomonas vajinitinin en sık görülen belirtileri sarı, köpüklü, kötü kokulu bol vajinal akıntı ve sıklıkla vulvada (genital bölgenin dış kısmında) kaşıntıdır.

Trikomonas vajiniti sıklıkla Gardnerella vajiniti ile birlikte bulunur.

Tedavide fitil veya tablet şeklindeki ilaçlardan faydalanılır.

Trikomonas enfeksiyonu sıklıkla belirti vermeyen bir enfeksiyon türüdür. Mantarın aksine hiçbir şikayeti olmayan bir kadının muayenesinde tesadüfen saptandığında da mutlaka tedavi edilmesi önerilir. Bunun nedeni bu enfeksiyonun cinsel ilişkide kolaylıkla diğer tarafa bulaşabilmesidir. Trikomonas enfeksiyonunun gebelik döneminde suların erken gelmesine ve erken doğum tehdidine neden olduğu da düşünülmektedir.

Trikomonas vajiniti cinsel yolla bulaşan hastalıklar grubunda yer aldığından kadının eşinin de tedavi edilmesi önemlidir. Trikomonas enfeksiyonu taşıyan bir erkek çoğunlukla hiçbir hastalık belirtisi göstermez ve tek bir ilişkide bile enfeksiyonu eşine kolaylıkla bulaştırabilir

Enfeksiyondan korunmada cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunma önlemlerine uyulması çok önemlidir. Ortak kullanıma açık tuvaletlerde dikkatli olmak, iç çamaşır ve havlu gibi özel eşyaları başkalarıyla paylaşmamak ve temiz olduğundan emin olunmayan havuzlara girmemek uyulması gereken diğer kurallardır.
Gardnerella vajiniti (Bakteriyel vaginosis)

Bu vajinit türü vajinanın normal florasının doğal bileşeni olan ve vajinayı enfeksiyonlara karşı koruyan laktobasil bakterilerinin sayıca azalması ve yerini başta Gardnerella Vaginalis olmak üzere diğer bazı bakterilerin almasıyla oluşur.

“flora” vücudun mukozalarında (barsak, ağız, burun, vajina) ortama zarar vermeden ve hatta bazı önemli işlevleri yerine getirmek için bulunan bakterilerin oluşturduğu topluluktur.

Gardnerella vajinada laktobasiller sayıca normal olduğu sürece çoğalma gücüne sahip değildir.

Vajinanın doğal bakteriyel ortamını oluşturan laktobasillerin sayıca azalmasına neden olan etkenler tam olarak bilinmemekle birlikte sık cinsel ilişki, vajinanın içinin yıkanması gibi etkenlerin önemli rolü olduğu düşünülmektedir.

Gardnerella vajiniti vajinitler arasında en sık görülendir ve direkt cinsel yolla bulaştığı düşünülmemektedir.

Bu vajinit türünün en sık görülen belirtisi sarı-gri renkli akıntı ve özellikle cinsel ilişkiden sonra belirginleşen kötü kokudur. Bu koku çoğu durumda balık kokusuna benzer.

Gardnerella vajiniti gerek genital hijyeni bozması nedeniyle gerekse pelvik enfeksiyon riskini artırması, gebelik döneminde erken doğum tehdidi, suların erken gelmesi, doğum sonrası enfeksiyon oluşumu gibi sorunlara neden olabilmesi mutlaka tedavi edilmesi gereken bir durumdur. Tedavi için fitil ve tablet şeklinde ilaçlar kullanılmaktadır.

Enfeksiyona bağlı olmayan vajinit (atrofik vajinit)

Vajinanın doğal ortamını oluşturan laktobasil adlı bakteriler östrojen hormonunun vajinaya etkisiyle “ayakta dururlar”. Yine östrojen hormonu vajina dokusunun sağlamlığını da sağlar. Östrojen herhangi bir nedenle azaldığında vajina dokusunun incelmesi (atrofi) ve laktobasillerin azalması tek başına akıntı nedeni olabilir. Vajinanın incelmesi ilişkide ağrı ve kanamaya da neden olabilir. Ek olarak laktobasillerin azalmasıyla vajinada oluşan enfeksiyon akıntı şikayetinin artmasına neden olabilir.

Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar

Şubat 2, 2009

Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar
Bu başlık altında toplanan hastalıklar (CUBH) iki insan arasında oluşan cinsel nitelikli yakın temasla bulaşan mikrobik (bakteri, virüs, parazitlere bağlı) hastalıklardır. Önceleri zührevi hastalıklar olarak anılan bu hastalıkların bir kısmı yalızca genital bölgede belirtilere neden olurken (kadında vajinal akıntı, erkekte üretradan akıntı, her iki cinste genital bölgede ülser gibi), diğer bir kısmı tüm vücudu etkileyen genel belirtilere neden olurlar (frengi, hepatit B ve AIDS gibi).

Bu hastalıkların bir kısmı için en önemli bulaşma yolu iki insanın cinsel nitelikli yakın teması iken (genital siğil, herpes simpleks, vajinit gibi), diğer bir kısım hastalıklar cinsel yolla bulaşmaya ek olarak kan yoluyla (AIDS ve hepatit B’nin virüsü taşıyan kanın nakledilmesiyle bulaşması gibi, anneden bebeğine henüz doğmadan frengi bulaşması gibi) ve cinsel ilişki dışındaki yakın temasla da bulaşabilmektedir (anneden bebeğine doğum esnasında ya da doğum sonrasında emzirme ve bakım esnasında bulaşan genital siğil, herpes simpleks ve hepatit B gibi, aile içinde günlük yaşam koşullarının paylaşılması sonucu bulaşan hepatit B gibi).

Bu gruptaki hastalıkların bulaşması için heteroseksüel ilişki (kadın-erkek cinsel ilişkisi) koşul olmadığı gibi, bulaşma için gerçek cinsel ilişki olmaksızın enfeksiyonu taşıyan birinin genital bölgesiyle yakın temas bile hastalığı almak için yeterli olabilmektedir (genital siğil gibi). Cinsel yolla bulaşan hastalıklar tüm diğer bulaşıcı hastalıklar gibi bildirimi zorunlu hastalıklar grubunda yer alırlar.

Bu hastalıkların çoğu için cinsel ilişki dışında da çeşitli bulaşma yolları mevcuttur. Bu yüzden bu hastalıklardan birine yakalanan kişinin partnerini, ya da partnerin hastalığa yakalanan kişiyi sadakatsizlikle itham etmesi haksızlık olabilir. Dahası CYBH’larda görülen belirtiler başka hastalıklarda da görülebilir ve yalnızca belirtilere dayanarak, tanı konmadan karşı tarafı suçlamak anlamsızdır.

Cinsel yolla bulaşan bir hastalığı olan kişinin hastalığın varolduğu zaman dilimi içinde ilişkide bulunduğu kişilere durumu bildirmesi ve bu kişilerin de kontrolden geçmeleri için uyarıda bulunması; tedavi bitene kadar, doktorun belirlediği süre içerisinde hiçbir cinsel aktivitede bulunmaması ya da doktorun izniyle prezervatif koruyuculuğu altında ilişkide bulunması partner(ler)ine ve topluma karşı en önemli sorumluluğudur.